Meçhul Sevgiliye 4. Mektup

Yaban Gülü’m          
        Hiç düşündün mü insan neden kavga yapar diye? Ya da tüm insanlar yaşamla acaba barışık olarak mı yaşarlar? Sanmıyorum. Belki insanların tümü kavga etmezler ama, insanların tümü yaşamla barışık ta değildir. Yaşama küstüren o kadar çok neden var ki... Ufak tefek korkular,ekonomik sıkıntılar,gelecek kaygısı,bencillik,sağlık problemleri gibi kavga nedeni olacak binlerce sebep sıralayabiliriz. Hele öyle bir sebep var ki,o nu hiçbir yere koyamıyorum. İhanet gibi.
        Her kavga nedeninin bir açıklaması vardır. Ama ihanetin asla. Sahi ya... İhanetin ne açıklaması olabilir ki? “ Canım sıkılmıştı da;O nedenle,nasıl bir şey diye ihanet ettim.” gibi saçma, ya da “Sen bana ihanet etmeden,ben sana ihanet edeyim dedim.” gibi pişkinliklerin açıklaması nasıl yapılır. Yok öyle bir şey demedin,yapmadın ama,yaptıklarının karşılığını verecek bir sözcük arıyorum da,aklıma ihanetten başka bir şey gelmiyor. Sen bana ihanet ettin biliyor musun? İhanet!
        Madem sevmeyecektin; Akşamları iş dönüşlerinde “Yarın görüşürüz” deyip elimi uzattığımda bırakmak istemeyen bir edayla ellerimi sıkı,sıkı tutup gözlerimin içine ağlamaklı bakmayacaktın. Her buluşmamızda,masum bir kedi yavrusu gibi içime girercesine sokulup sarılmayacaktın. Geceleri beni düşlerinde gördükten sonraki her uyanışın ardından,ne sıkıntılar yaşayabileceğimi düşünmeden numarası gizlenmiş telefonunla “Her saniye benimlesin.”çağrılarını atmayacaktın.( Hoş,ben de çağrılarının hiç birini karşılıksız bırakmazdım ya.) Mesajların sonunda S.Ç.S. diye yazmayacaktın.
         Madem yazmayacaktın; O halde,hala kutsal kitabın ayetleri gibi sakladığım mektuplarını bana bırakmayacaktın. Madem unutacaktın; “Ölüm bizi ayırana kadar unutmayacağım”( Çek yatta oturmuştuk ya hani. Hani sigaramı söndürüp “Ölmek için neden acele ediyorsun. Seninle yaşayacağım yılları kısaltmaya hakkın yok. Hadi gel,yemin edelim” diyerek yemin etmiştik ya. Hani sen kuran’a,ben de saçlarına el basıp etmiştim) diye yemin etmeyecektin. Madem bir oyundu; Defalarca hayatını riske sokan bu tehlikeli oyunu oynamayacaktın.
        Oysa seni ne kadar sevmiştim... Aman Allah’ım Tanrısal bir tavırla taptığım sen; Bana bunu yapmayacaktın. Beni,daha uçmayı öğrenemeden yuvayı terk etme zorunda bıraktırılmış kuşun çaresizliğinde bırakmayacaktın. Dilenci konumuna düşmüş bir zamanların değer biçilmez servet sahibi zengininin düştüğü acınacak durumu yaşatmayacaktın. Belki ilk aşkım değildin sen ama,hiç kimseyi seni sevdiğim kadar sevmemiştim. Hiç kimseye,böylesi ölümüne bağlanmamıştım. Seni bunca seven bu yaşlı kalbi bu kadar yormayacaktın.       Kayahan’ın “Büyük Aşkım” şarkısıyla başlayan sevdamızı,yine Kayahan’ın “Ne Oldu Can” şarkısıyla bitirmeyecektin. Bir zamanlar avuçlarımda tuttuğum küçücük ellerinin sıcaklığından yoksun ellerimi,böylesi buz gibi soğuk ve sahipsiz bırakmayacaktın.
       Yoksa başkasının elini mi tutuyorsun şimdi? Ama, ellerimde hala ellerinin yumuşaklığı var. Dudaklarımda hala dudaklarının yaban eriği tadı. Üzerime sinmiş kokunun etkisi geçmeden,göğüs kafesimde daralarak çarpan kalp yerine sen varken,bir başkası mı? “Neler saçmalıyorsun” dediğini duyar gibiyim. Ama doğru. Bunca zamandır ne bir haber bıraktın,ne de bunca yazdıklarıma cevap. Aklıma her türlü olumsuzluk takılıyor. Hani haksız da sayılmam. Unutma ki,başkası varsa yemin bozulur. O zaman,ben de...
         Sevmenin,o deli taylar gibi koşturan çılgınlığını özledim. Alev,alev yakan o tuhaf sıcaklığını; Dudaklarının o yaban eriği kokulu tadını; Dağa-taşa,kurda-kuşa şiir yazdıran yumuşaklığını; Bir gecelik ayrılıkların hasretiyle beklenen,ama bir türlü gelmeyen gün doğumlarının o tarif edilmez mutluluğunu özledim. Seni özledim. Seni ya da sende bulduğum kayıp yıllarımın o mutlu anlarını özledim. Çok. Çok özledim.
        İçimde tanımlayamadığım bir sıkıntı var. Bu yüzden sürdüremeyeceğim. Biliyorum bu mektubuma da cevap vermeyeceksin. Ama ben sana yazmaya devam edeceğim.
  
                                                                        30 Aralık 2004