Eski Aşklar 2

 

“İlkokulun yumurta kokan tebeşir lekeli yıllarıydı” solculuk oynamaya henüz erken ve kontrgerillanın ne anlama geldiğini daha bilmediğimiz o yıllarda ortaokula ilk adımımızı atmıştık.

       Sıra arkadaşlarım vardı benim.Ceketi, pantolonu, kravatı farklı olan arkadaşlarım.(Bu arada benim durumum daha kötü idi. Çünkü kumaş ceket. Fitilli kalın kadife pantolon.Genellikle boğuşma sonrasında düğmeleri hiçbir zaman tam olmayan gömleğimi hiç unutmam.) Üç numara makine ile tıraş edilmiş benim ve arkadaşlarımın  kafalarında genişçe duran kasketlerimizi çıkardığımızda doğuştan kavgacı olan bir coğrafyanın kırık çizgileri  açıkça ortaya çıkıyordu.Kavgacıydık. Ama asla düşman değildik birbirlerimize. Hatırladığım kadarıyla Mahmut yıldız, Alaattin yavuz, Ayhan Erhan ve Cahit Turan’la aynı sırayı paylaşırdık. Bir birimizden ayrılmak istemediğimizden değil, sıra yetersizliğinden böyle bir mecburiyet yaşamak zorunda kalmıştık.Hoş şikayetçi de değildik.Hatta birimize sokularak soğuk ve uzadıkça uzayan kışın inadına ısındığımız için mutluyduk ta diyebilirim.

       Matematik dışında zıpkın gibi bir öğrenci idim.Her soruya parmak kaldırır, bu gün bile hayretler içinde kaldığım acayip cevaplar üretir, kimsenin aklına gelmeyen zengin cümleler kurardım. Ta ki…Aşkla tanışana kadar.

       Aman Allah’ım! Ne lanet şeymiş bu aşk.Yemekten içmekten kestiğine aldırmıyordum ama, her soruya inanılmaz cevaplar üreten ben;Aşkın ötesinde cümle kurma sıkıntılarını yaşamaya başlamıştım.Zaten Türkçeyi zar,zor; O da üçüncü sınıftan sonra öğrenmiştim.Zor öğrendiğim bu dil,sevgimi bile dile getiremediğim, benden habersiz bir sevgilinin kurbanı olmak üzereydi.Bazen sıkıntılarımı Cahit’le paylaşır her nedense O’ndan da tatmin olabileceğim bir cevap alamazdım.

Çocukça sevgilerimizin ne denli anlamlı olduğunu aradan yıllar geçtikten sonra anlamaya başladık. Yıllar sonra,doğduğum coğrafyadan çok,çok uzak bir sahil kasabasında karşılaştığım Nahit isminde,eski bir arkadaşımın hala o günlerdeki aşkını unutmadığını anlattığında,içimde ukte olarak kalmış bir aşkın küllerinin de henüz soğumadığını fark ettim. Arkadaşımın iç çekerek “Ben hala onu seviyorum biliyor musun?” dedi Yanık oflamaların arasından aynı sınıfı paylaştığımız ve yaklaşık 35 yıldır görmediğim bir sınıf arkadaşımızdan Nur’dan bahsediyordu.

 “Ben hala o nu seviyorum biliyor musun?”diyordu. Nasıl olur? Aradan yıllar (otuz beş yıl) geçmesine rağmen arkadaşım, hala sevmeyi başarıyorsa,bunda bir hikmet vardı.Ama ne…?

Gözler dolu,dolu anlatıyordu Söylediğim  gibi ilk aşkım O. Hayatım boyunca O’nu hep yüreğimde taşıdım.Ve….. O şimdi hiç evlenmemiş. ben yıllar sonra buldum konuşuyorum. hiç belli etmiyorum ona çektiğim acıları. Yani belki de üzülmesini    istemiyorum. Belli etmiyorum hiç. hep havadan sudan konuşuyoruz. Ne düşünüyorum biliyor musun? Keşke yıllar sonra da olsa O’nu hiç bulmasaydım daha iyi olurdu. Hani o şarkılarda vardı ya… Bir yangının külünü yeniden yakıp geçti. Benimki de öyle bir şey işte. Tüm duygularımı, ona karşı taaaa çocukluktan beri aşık   olduğumu anlatmıştım anlatmasına ama, o sadece orda kaldı. Yani ortaokulun kahverengi sıralarında. Şimdi ise,havadan sudan konuşuyoruz"

İlk aşklar hep böylemiydi.Yıllar geçse de çıkmaz mıydı yer ettiği yerden. Yıllar sonra aşk,bu sahil kasabasının tahta limanındaki ahşap malzeme gibi boyun mu bükerdi acımasızca vuran dalgalara. Çürür Müydü insan yüreği,Suya çakılmış ziftli kazıklar misali.

Eski aşkların bu kadar kalıcı izler bırakmasının tek nedeni belki de samimi olmasından kaynaklanıyor.Bir cep telefonunun mesaj kutusundaki 160 karaktere sıkıştırılmış dijital aşklardan farkı da budur

“Ah,Ah…! Nerede o eski aşklar….”

                                              

                                                           Seyfettin Esin