İSTERDİM Kİ

Büyük tufan sonrası salıverilen güvercinin Mezopotamya’ya toprağından kopardığı zeytin dalının Cudi’ye mesajı,hep barış olsaydı.Kan gölüne dönmeseydi Nuh’un gemiden inerek ilk defa ayak bastığı topraklar.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     

 Her gidişin bir dönüşü olsaydı.O dönüş muhteşem sevinçlerin başlangıcı ve asık suratların sonsuza dek gülümsemesine sebep olsaydı. Gidişlerin ardından buğulanan  gözlerle el sallayanların, yüzlerinde kocaman bir gülümseme olsaydı dönüşlerle birlikte. Ayrılıklar yürek kanatacak kadar uzun süreli olmasaydı. Açılan kollar hasreti sonsuza dek gömebilseydi sıcacık kucaklara.
İsterdim ki, lafta kalmasaydı verilen sözler,edilen yeminler.Umut edilen her beklenti gerçek olsaydı.”Gelirim.”dediğinde gelebilseydin… Gözüm kapıda yolunu gözlemleseydim içim burkularak.Söylenmemiş sözcüklerin, kurulmamış cümlelerin değil, sadece; söylenmişlerin, ve kurulmuşların pişmanlığını duysaydım; “Üzgünüm!” diyecek zamanımız olsaydı!

Bağışlanmayacak kadar büyük olmasaydı suçlar! Ve sana olan aşkım “suç” kavramından çıkarılabilseydi. Sorgulanmasaydı “töre” denilen adaletsiz mahkemede.

İsterdim ki Çalıkuşu’m: Fırtınanın ortasında sığınacak bir liman bulabilseydim bu yaşlı yüreğime; Beni rıhtıma bağlayan halatlar, simsiyah  saçların olsaydı.Her sabah uykudan uyandıran dudakların olsaydı,küçük buselerle alnıma dokunan… Çaresizlik nedir bilmeseydim hiç.En umutsuz anlarda bile, “Hiç vazgeçme!” diyerek sürekli cesaret veren dostlarımız olsaydı!

Düşlerimiz olsaydı, kimsenin cesaret edemediği türden!Sen,Koşmalıydın o düşlerde kollarını açarak bana. Ben Mem olsaydım ve hiç kanmasaydım Beko’nun yalanlarına.Sen Xecé olsaydın ama ben Siyabend’in düştüğü hataya düşmeseydim.Çekip kılıcımı düşmeseydim ardına  vurmak için o geyiği, aptallığına.        

İsterdim ki,barışa hasret dağlara düşmeseydi bombalar.Mevsimler boyu hep kar düşseydi. Varsın soğuk olaydı hatta donduraydı ama kan düşmeseydi binlerce kavmi cömertçe bağrına basmış topraklara... .Anamın beyaz leçeği gibi tertemiz, bembeyaz kalsaydı dağlar. Kökü kurutulmasaydı gözlerinin karasına benzeyen siyah taneli üzümleri ile Babil’in  asma bahçeleri. Yıkılmasaydı sevdamıza şahit Ninova’nın duvarları.İnsanlık tiksindirecek kadar “Barbar” olmasaydı ve…. Talanın adı; “Kahramanlık” diye anılmasaydı tarih kitaplarında…

Boşlukta sallanmasaydı barış için  uzatılan hiçbir el; Bulunsaydı, her selama bir karşılık verecek kadar mütevazi olan yürekler. İsterdim ki küçümsemeseydi kimseyi güçlü fakat insanlıktan çok uzakta kimseler.

İsterdim ki; bütün acılar, acımız,.Sevinçler, sevincimiz.Haksızlıklar ise ortak kavgamız olsaydı!

İsterdim ki, tek derdim sen olsaydın Çalıkuşum. Bütün acılarım sana olan hasretim olsaydı.
Tek korkum bir gün hayallerimden de çıkıp gitmen ve beni yalnızlığımla baş başa bırakman olsaydı.

İsterdim ki…..

Seyfettin ESİN