Meçhul Sevgiliye 8. Mektup

Nereden geldiğini bilmediğim,ama akşamdan kaldığı besbelli olan sarhoş bir ışık aydınlatıyor şimdi karanlığa kucak açmış Söke ovasını. Gündüzden gün ışığına bir fahişe gibi kırıtarak sürtünen kışın yalancı yeşilliği,şimdi de geceyi aydınlatmak için hantal,hantal yükselen aya göz kırpmaya başladı. Beşparmak Dağı’nın üzerine kümelenmiş sis,Ağrı’ya hiç benzemiyor. Fakat dağların kaderi hep aynı olmalı ki Beşparmak ta tıpkı ağrı gibi geceyi yalnız geçirmek mecburiyetinde. Menderes,alivyonlarını antik kentlere taşıdığı zamanlardaki gibi büyük olmadığı gibi, bölük pörçük edilmenin utancını da,taşıdığı zeytinyağı fabrikalarının kapkara atıklarının arkasına gizliyor sanki. Toprak kan renginde. Hasret, her zaman olduğu gibi sıktığı kalbi parçalamakla meşgul. Ben;her zamankinden biraz daha dalgın,biraz daha şaşkın ve biraz daha dağınığım şimdi...
       Daha ne kadar dayanabilirim. Daha ne kadar direnebilirim işkence boyutlarını da aşan bu içinden çıkılmaz muhasebeye. Daha ne kadar içimden çıkmak bilmeyen ve ilkbahardan kalan yaşam kırıntılarımı donduran kış ile kendimi kandırabilirim. Baharı beklemeden tomurcuklanmış masum bir bakire edasındaki gerçek yeşile,daha ne kadar yalan söyleyebilirim. Aynı kaderi sabahlayarak paylaştığım Ağrı’ya,beşparmak Dağına. Söke ovasının hiç eksilmeyen ve her sabah teneffüs ettiğim rüzgarına daha ne kadar yalan söyleyebilirim. Kendimi kaç bahar daha kandırabilirim ki... İçimdeki o masum çocuğu,yine içimdeki şeytana karşı nasıl koruyabilirim
       Mazeretlerin arkasına saklanmak devrinin çoktan sona erdiğini düşünüyorum şimdi.
Zira,her şeyin bir adı var artık. Nasıl ki gözle görülmeyecek kadar küçük olan yaratıkların bir
adı varsa; nasıl ki rüzgarın bir adı,toprak renginin,şarap tadının bile bir adı varsa;mazeretlerinde bir adı olmalıdır. Peki içimdeki şeytanın adı var mı? Varsa ne. Yoksa ne koymalı adını. Kin mi,İhtiras mı. Dedim ya,bu gün karmakarışığım. Ve,ne yazık ki bazı mazeretlerin bende henüz adı yok.
        Boş ver. Sen nasılsın? Küçücük avuçlarında tuttuğun o kocaman umutlarını kaybetme korkuların çocuksu yüzündeki ifadende o kadar belirgin ki; hasbelkader kazaya uğrasalar kabahati bende bulacaksın gibi anlamlı,anlamlı bakıyorsun yüzüme. Unutma ki insan kaderini yaşar. Ötesi yoktur. Hayat denen filmin senaryosu nasıl yazılmışsa,filmin akışı o doğrultudadır. Biz rolümüzü oynarız. Hepsi bu. Filmin kötü tarafı,karakterimize uymayan rolleri dayatmalarıdır. Kendimiz olamamak,birileri böyle istiyor diye farklı kişilikleri oynamak ne acı. Değil mi?
         Bana yazar mısın bilmem ama ben sana yazmaya devam edeceğim. Yüzündeki hüznü sil. Bulutların arkasına saklanan güneşe inat,ışıltını bütün bulutlarla paylaş. Söke ovasına yansıyan gökkuşağının renkleri gözlerinden yansıyan parıltıdan olacaktır . Unutma.
          Şimdilik hoşça kal.
 
                                                     24 Şubat 2004
                                                            Söke